Titicaca

İnka patikalarında görev 
Uzun yüksek tepenin karşısındaki ufak tepede ki rahip, oturduğu yerden kalkıp çocuğun yanına geldi. “Oğlum, dediklerimi unutma! Yaşlı tepe Machu Picchu’nun Tanrılarını dinle.”, diye nasihat edip, halatı manastırın terasındaki toteme bağladı.
Çocuk, ipin diğer ucunu alıp teşekkür ederek, dileğini de yerine getireceğine söz verip, dik yamaçtan kendini boşluğa bıraktı.

Tepeden aşağıya inince güneş tapınağını gelip, istasyona yöneldi. Uzaktan lokomotifi, etrafında gezinen birkaç yolcuyu ve onlara, sırtlarına bağladıkları bohçalarda uyuyan çocukları olduğu halde bir şeyler satmaya çalışan kadın satıcıları görünce, treni kaçırmamak için yürümekte olduğu patikayı terk edip, hızlı adımlarla mısır ve patateslerin ekili olduğu, lamaların dışkılarıyla dolu, gübre kokan, taraçalar üzerinden atlayarak, bodoslamasına tren garına girdi.

Çocuk, rahibin isteğini yerine getirmek için, beline kırmızı örme bir önlük bağlamış, üstüne siyah bir ceket giymiş, kısa boylu, koca kalçalı, siyah fötr şapkalı kadın satıcının yanına gidip en iyi ve en iri mısırlarından ve de patateslerinden birer çuval vermesini istedi. Çuvalları trene atıp, neredeyse dolu olan vagonda boş bulduğu tahta bir koltuğa oturdu. Trenin hareketinden kısa bir süre sonra çoğu sisler altındaki dağları seyrederken uykuya daldı.

Saatler sonra kara lokomotifin çalan düdüğün sesiyle irkildi. Tren, gara girmek üzereyken saatine baktı, akşamın altısına az kalmıştı. O sırada saatindeki barometrenin ibresi üç bin sekiz yüz metreyi gösteriyordu. Aceleyle hem çantasını, hem de çuvalları sırtladı. Birden suratını buruşturdu ve hepsini tekrar yere bıraktı. Kendisini gören genç bir hamal hemen gelip tüm yükleri iki tekerlekli bir çek-çeke atıp, garın diğer ucunda görünen iskeleye yönelen çocuğun peşi sıra yürümeye başladı.

Suyun kıyısında kayıkçıların hiçbiri, “Bu saatte Taquile adasına gidip, dönemeyiz bayım. Hava kararır. Titicaca gölü gece tehlikeli olabilir.” deyip göle açılmak istemedi. Yalvardı. Çok para teklif etti ama hiç bir kayıkçıyı ikna edemedi. Daha fazla vakit kaybetmeden bir tekne satın aldı ve göle açıldı.

Gün daha batmadan Taquile adasının iskelesine vardı. Sırt çantasını kayıkta bırakıp, iki çuvalı yerde bulduğu kalın bir sopanın iki ucuna bağlayarak, yukarıya, köye kadar sırtında taşımak için kayaların tıraşlanarak düzleştirilmiş merdivenlerinden çıkmaya başladı.

Meydanda yan yana oturmuş on kadar erkek, ellerinde şişler ile kazak, çorap, atkı örüyorlardı. Bu erkeklere de, arkada, kendi aralarında hem sohbet edip hem de çocuklarını emziren kadınlar ayaklarıyla çevirdikleri çıkrıklar ile yün eğirip kocalarına yardım ediyorlardı.

Çocuk, getirdiği, mısırları ve patatesleri meydanda bulunan bir kayanın üzerine koydu ve çevresine bakındı. Etraftaki otların büyüklüğü bir kaç parmak kadardı. Köy evlerinin dış duvarına asılı kurutulmuş balıkları, kısa otları yemeye çalışan kalın, uzun kıllı keçileri olsa da çevrede sebze ve meyve görünmüyordu.

Birkaç köylü taşın etrafında toplanıp çocuğun getirdiklerini evirip çevirip baktılar. Köyün rahibi, iç içe geçmiş blok taşlardan yapılmış tapınaktan çıkıp meydana gelerek çocuğun önünde saygıyla eğildi. Rahip ile gelen iki genç taşıdıkları iki çuvalı, mısır ve patateslerin yanına bıraktı. Rahip çuvalları açıp içindeki kazak, atkı ve çorapları göstererek, getirdiği yiyecekleri bunlarla değiş tokuş yapmak istediği söyledi.

Kayalar üzerinde oturan erkeklerle arkalarında ki kadınlar gülmeye başladılar. Tapınaktan genç bir kız çıkıp, yanına yaklaştı ve elini tutup yanağına bir öpücük kondurdu. Kulağına eğilerek, “Hala onu özlüyor ve istiyor musun?” diye sorunca çocuk çok şaşırdı.

Tapınak hizmetçisi, cevap beklemeden, “Görevini yerine getirdin. Bu Tanrı yemeklerini bize getirdiğin için teşekkür ederiz. Şimdi bu kıyafetleri al ve yoluna git, Tanrılar sana yardımcı olacaktır.” dedi.

Çocuk gülümseyip hem “Evet” hem de “Peki” deyip iki çuval giysiyi alıp kayığa bindi. Hava kararmak üzereyken geldiği yere, Puno’ya doğru yola koyuldu.

Aralık 2000